pasif agresif.

8:23’te alarmım çaldığında uyanmaya hiç hazır hissetmiyordum. alarmı kapatıp 40 dakika kadar ayılmaya çalıştım. annemle yarım yamalak bir kahvaltı yaptıktan sonra ustalar geldi. olabilecek en hızlı şekilde hazırlanıp evi terk ettim. 15 dakika kadar bekledikten sonra bindiğim otobüste güzel bir yer bulabilmek için otobüsün en arkasına kadar gittim ve güneş gören o iğrenç koltuğa oturmak için dış tarafta oturan çocuktan izin istedim. ben oturduktan sonra sürekli oturuşunu saçını falan oynadı. hayır durumun benimle ilgili olmadığını biliyorum. akran karşı cinsle yakın bi pozisyondaysak hepimiz böyle saçmalarız. ya da bazılarımız. tamam belki sadece biz ezikler böyle yapıyoruzdur. kitap okumaya başladığımda kafasını çevirip çaktırmamaya çalışarak kitabın ismine baktığını gördüm. çaktım ama, naber?

otobüsün avm’ye kadar gitmediğini son anda fark edip fırladım. çarşıda epey vakit geçirdikten sonra avm’ye geçtim. karnım o kadar acıkmıştı ki oruçlu siniri oluşmuştu bende. vodafone indiriminden yararlanmak için burger king sipariş sırasına girdim. siparişimi verdikten sonra beklemeye koyuldum. bekledim, bekledim, bekledim... benden sonra gelenler siparişini alıp gidiyordu, bense top atılsın diye bekliyor gibiydim, malum oruçlu siniri. yok ama, ne gelen var ne giden. “sipariş veremeyen var mı?” dedi kasiyer “alamayan var” dedim pasif agresif. cevap vermedi. diğer kasiyer gelip “siz sipariş verdiniz mi?” dedi. “20 dakika önce” dedim, yine pasif agresif. 20 olmamıştı aslında, 17 dakika falan belki. ne hikmetse geldi sipariş. yemeği yedikten sonra kahve içmek istedim. starbucks’ın sırası her zamanki gibi koridora taşıyordu. kahve dünyası neredeydi? alt katta diye hatırladığım için bütün bir katı gezdikten sonra bunun 2-3 yıl önce olduğunu, şimdi üst katta olduğunu hatırladım ama akılsız başın cezasını ayak fetişistleri çekerdi işte.

daha kahve dünyasına girmeden siparişim belliydi ama yine de menüye baktım kesinleştirmek için. evet, kenya ve kurabiye. garsonlarla göz göze geliyordum ve önümdeki kapalı menüye de bakılınca bu çok açık bir şekilde “sipariş verebilir miyim?” demekti. kimse oralı değildi. sahi nereliydi bu insanlar? en son birini yakaladım: “pardon!” “buyrun?” dedi adam bütün bıkmışlığı ve elindeki dört bardakla. “sipariş verecektim ama” dedim. yani ben veririm ama senin almaya niyetin yok gibi... “buyrun dedi tekrar, bıkmışlığına biraz daha bıkmışlık eklendi galiba. “kenya ve dolgulu kurabiye” dedim. hani bazen karşıdakinde çift tik görürsünüz ama bunlar mavi değildir ya. hayır mavi tik kaplı değildir ama ne bileyim, mesajınız okunmamış gibidir. evet gerçek hayatta olur bu. tam olarak öyle hissediyordum. yine beklemeye koyuldum. saatlerin yelkovanları yarın yokmuş gibi dönüyordu ama yine ne gelen vardı ne giden. en son yine dik dik bakmaya başladım. belki de benim kahvem -sanmıyorum ama- benden sonra gelen kişilerin istediği kahveden çok daha zor yapılıyordu. yoksa niye herkesin siparişi gelsin benimki gelmesindi ki? sipariş verdiğim adam delici bakışlarım tarafından sonunda yaralandı ve “sizin siparişiniz gelmedi mi?” dedi, “hayır” dedim. pa sif ve ag re sif. hemen söylüyorum dedi. tezgahın arkasına geçip bir şeylere baktı. “17 numaranın siparişini yazmıştım” diye söylenmeye başladı. söylenmelerinin desibeli gereksiz yüksekti. söyledikleri sözler benim masama kadar ulaşmaya çabalıyordu belli ki. kafamı kaldırmadan kitap okumaya devam ettim. mavi tik kapalı canım. “acil hazırlayın siparişi” dedikten sonra siyah bi kurabiye yaklaştı masama. hayda! ben bunu istemedim ki. biliyorum bu kakaolu olandı ama madem böyle karıştıyorsunuz, siparişi alırken sorun değil mi? sadesini istemiştim ben dedim. suçlu hissettim ama suç bende değildi, eminim. kakaolu olsa belirtirdim değil mi? o gitti yenisi geldi. kahve de geldi. 5 dakika sonra sipariş verdiğim garson yine desibel rekorları kırarak “hanımefendiye servis açalım acilllll” dedi. mavi tik hala kapalı, kafamı kitaptan kaldırmıyorum. önüme bir kağıt koydular bir de peçete. kurabiye ısırarak yenecek gibi değildi. çay kaşığı ile yemeyi deneyip vazgeçtim. o benim garsonu bulup vicdan azabı çektirmek istedim ama ortalarda yoktu. maalesef başka birine dedim: “çatal bıçak gelmedi ama?” aması şuydu: “ne ayaksınız?”. derhal geldi çatal bıçağım. kahve güzeldi ama bence kahvesi az, suyu çoktu, bu onu kötü yapmıyordu ama daha az “kahve” yapıyordu. sütsüz bile rahatça içilecek bi hafif kahveydi. kurabiye... güzeldi ama ÇOK şekerliydi. küp şeker yemiş gibi hissediyorum. kalkalım artık, yol uzun.

kasaya hesap ödemeye gittiğimde bu sefer de masamı bulamadılar. :))
“kaç numaraydı sizin?”
“on dokuz”
bulamıyordu.
“on yediden taşındım, belki orada yazıyordur.”
“ne yemiştiniz.”
“kenya ve dolgulu kurabiye.”
bulamadığı gibi bana inanmıyor gibiydi. başka bir arkadaşına seslendi hanımefendinin masası neresiydi diye. pasif agresyonum bu pasiflikten biraz sıkıldı gibi. gerilip çakıcam birer tane ağzınıza. “ben eminim 19 olduğuna”. daha yetkili gibi görünen bir kadın gelip “ bazen karışıklık olabiliyor” dedi. daha yetkili görünen hanımefendiyi kurumundaki aksaklıklardan da haberdar etmek adına “benim başta siparişim yazılmadı galiba, çok geç geldi zaten. beyefendi bir hata yaptı galiba” dedim. kimsenin umrunda olmadı. çünkü harry potter, ben görünmezlik pelerini giymeden de görünmez olabilen bir muggle’ım. bu da sana girsin. kasiyer hanımefendi diğer garsona dönüp hanımefendi ne yedi diye sordu. zıkkımın kökünü yedim dememek için kendimi zor tuttum. söyledik ya? en nihayetinde bu eziyet de son buldu ve can alıcı sıcakta bi süre bekledikten sonra otobüse bindim. 3’lü koltuğun cama en uzak tarafına oturdum güneşten etkilenmemek için. otobüste o kadar boş yer varken bi kadın gelip tam yanıma oturdu. tam yanıma. pa sif ag re sif. ondan bana doğru esen klima boş gelmiyordu, ekşi bir ter kokusu taşıyordu. hastalıktan yeni kurtulmuş burnum, kurtulduğuna lanet etti. nasıl bu kadar ekşi kokabilirsiniz? duş mu almıyorsunuz yoksa deodorant mı sevmiyorsunuz? ne fark eder? kokuyorlar işte... bu kadar şey ters gittiyse bi yere yazmak lazım diye düşünüp blogumun adresini girdim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim