Hola Barselona! / 3. Gün: Park Güell, Tibidabo, Sephora'da Bedava Yemek ve Tüm Gerçekler


Artık hola demek canımı sıkmaya başladı. Merhaba canım blogum. Bu geziyi yazmak gezmekten daha uzun sürüyor, farkında mısın?

Bugün başlıktan anlayacağınız yerleri gezeceğiz. Yazıyı hiç uzatmayalım şimdi, benim yazılarımda laf lafı açıyor bilirsiniz.

Park Güell'in de biletlerini geziden birkaç hafta önce internetten almıştık. Kişi başı 10 €, banka masraflarıyla 65 Tl gibi bir şey tuttu. Buranın güzel yanı Park Güell'e götürecek olan ring otobüsün de bilete dahil olması. Tabi bunun için bir metro durağına gitmeniz gerekiyor. Bu ring dışında toplu ulaşım var mı bilmiyorum. Bizim ulaşımımız gayet rahat oldu. Neyse ki güneşli de bir güne denk geldik de güzel güzel gezdik. Parkın yapımına 1910 yılında başlanmış. Güell soyisimli bir iş adamı bu park için Gaudi'yi görevlendirmiş. Aslında başta 60 adet ev olması planlanıyormuş ama sadece iki tanesi tamamlanabilmiş. Ee neye niyet neye kısmet. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle proje başarısız olmuş ve 1918'de arazi devlete geçmiş.
Parkın biletsiz gezilen bir alanı var, üst kısımları. Biz ilk girdiğimizde oralarda oyalandık durduk, az daha giriş saatini kaçırıyormuşuz. Sanırım bilet saatinizden en geç 30 dakika sonra girebiliyorsunuz. Parkın üst kısımlarında çok da bir şey yok açıkçası, bence üst kısımlara uğramasanız da çok şey kaybetmezsiniz. Alt kısımlarda meşhur uzun bank bulunuyor. Bu bankı bilirsiniz, seramiklerin kırılıp tekrar birleştirilmesiyle tasarlanmış. Bu tekniğe "trencadis" deniyormuş. Bu bankın hemen altında aslında pazar yeri olarak tasarlanmış, şu an ise bomboş duran sütunlar, onların alt tarafında kertenkele, ve bu kertenkelenin karşısında da insanı Hansel ve Gratel haleti ruhiyesine sokan pastaya benzer evler var. Bu evlerden biri mağaza, diğerine de ücret karşılığı giriliyor (which means giremedik). Bu arada bu evlere giriş pavyonu deniyormuş? Fahri Ankaralı olarak aklımda hoş şeyler canlanmadı...
Yukardan görünüm. Evet şimdi bakınca fena değilmiş ama buranın da yukarısı var orası biraz gereksiz geldi bana. Belki siz seversiniz. Bu görünen turuncu ev Gaudi Müzesi. Bir dönem burada yaşamış Gaudi.

Üst kısım meşhur bank. Onun altı pazar olması gereken sütunlar, ortalarda bir yerde kertenkele var. Bankı tek çekmemişim ama isterseniz üzerine benim oturduğum var?

Me as the father of Hansel and Gratel

Burada bu kadar gezdikten sonra tabi ki karnımız acıktı ve yaptığımız sandviçleri çıkarıp bir bankta yemeye başladık. Sonra bir güvenlik gelip oturarak yemek yasak dedi. Avrupalılar siz kendinize macera arıyorsunuz başka bir şey değil. Hayır İspanya'nın da bin türlü derdi var bu kural nereden geldi aklınıza? Neyse ayakta yemek serbestmiş biz de bankın önünde küçük adımlar ata ata yedik mecbur.
Burayı karış karış gezdikten sonra instagram'dan görüp beğendiğimiz bir yeri görmeye gittik: Tibidabo. Tibidabo dağın ismi. İddiaya göre bu isim şeytanın İsa'yı bu tepeye çıkarıp ayakları altındaki manzarayı ona sunmasından geliyormuş. Tibi dabo, "Sana sunuyorum" demekmiş. Fotoğrafta görülen katedralin adı ise Sagrat Cor imiş. Fotoğrafı sanıyoruz ki katedralin karşısındaki lunaparktan çekmişler. Buraya gitmek için internette 7,5 € vermeniz gerekiyor dense de biz T10'umuzla (iki yazı öncesinde T10'u açıklamıştım, okumak için tık) bir metro (Değişik bir metroydu ama turuncu simgeli. Bunlar hep internette var her şeyi de benden beklemeyin ltfn.), bir füniküler ve bir dolmuş kullanarak vardık Tibidabo'ya. Metrodan fünikülere geçiş aktarma oluyor. Daha doğrusu bilet basmıyorsunuz bile. Füniküleri süren biri yok, öyle otomatik gidiliyor. Daha önce binmediğim için cahil cahil konuşuyorsam mazur görün. Biz çıkarken karşıdan gelen füniküler yüzünden hata verdi bizim füniküler ve havada kaldık öyle bir süre. Ankapark'ta çalışmayan hız treninden yürüyerek inenler gibi olucaz diye ödüm koptu ama bir 10 dakika sonra çalıştı ve çıkmaya devam ettik. Aslında hep karşılaşıyorlar ve tam ortada iki ray ayrılıyor, biri birinden diğeri öbüründen geçiyor ama hata vermesi bize denk geldi demek ki. Kimse paniklemedi, Avrupa'dayız diye ben de paniklemedim. Hem seyahat sigortam da vardı, sigortalılara kurşun işlemez biliyorsunuz.
Fünikülerde bir minnoş

Neyse efendim türlü uğraşlardan sonra fünikülerden inip dolmuş sırası beklemeye başladık. Tam inişte zaten sıra. Sonra gelen herkes bizim önümüze geçti. Avrupalı olmuşlar ama medeni olamamışlar. Ben de gülümseyerek hepsine Türkçe küfür ettim. Türkiye'de etmem bak tamamen size özeldi İspanyol davarları... Özür dilerim sinirlerime hakim olamadım.

Tibidabo'ya nihayetinde vardık ve katedralin gerçekten inanılmaz görkemli bir yapı olduğunu gördük. Buralar eskiden koca bir tepenin ucunda küçük bir katedralmiş sonra böyle bir hale gelmiş, büyüleyici. Yapımına 1902 yılında başlanmış. Tamamlanması ise 1961'i bulmuş. Yapıyı mimarın oğlu tamamlamış. Babadan oğula nesil herhalde bunlar. Öhöm.
Bakın burası Park Güell'in üst taraflarından Tibidabo manzarası. Çok küçük ama görünüyor sanki, ne dersiniz?





Geldiğimiz rotayı tersten takip ederek (dolmuş, füniküler, metro) Plaça de Catalunya'ya çıktık. Yani Katalunya Meydanı. İspanyolcada "ç" harfi yok, buradan bu kelimenin Katalanca olduğunu anlayabilirsiniz. Ya da meydanın ismi de bas bas bağırıyor zaten... İspanyolca meydan "plaza" demek. Kürek kürek bilgi. Çıkınca bir alışveriş merkezi gördük. Birkaç ihtiyacımızı alırız umuduyla girdik. Sephora'ya uğrayalım dedik, iyi ki de demişiz. Bir şölen, bir parti... Sormayın gitsin. Vegan günü varmış peynirler meynirler bir sürü ikram var ama kimse dokunmamış. Ben de davete icabet etmek sünnettir diye bir tabak hazırladım kendime. Biz almaya başlayınca bütün İspanyollar bu anı bekliyor gibi dadandılar, ne tuhaf insanlar. Ara öğünümüzü de bedavaya getirmiş olduk.
Peynirlerin bazılarının tadı çok kötüydü Allah affetsin... Yine de güzel yedik.

 Sephora'ya gelmişken parfüm de baktık ve orada geçirdiğimiz saatler sonunda hepimizin başı dönüyordu parfüm koklamaktan. Bir ara yer ayaklarımın altından kayıyor gibi geldi valla çok fenalaştım. Bu vesileyle Sephora'daki parfümlerin Duty Free'ye göre daha ucuz olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Duty Free genel olarak pahalı bir yer, nedenini hiç anlamadık. Bim'de satılan çikolata bile 15 € falan. Bim'de 10 €'ya bile ürün yok kimi yiyorsunuz. İyisi mi alışveriş işinizi şehir içinde halletmeye çalışın. Alkol biraz daha ucuz oluyor Duty Free'de. Sigara da hiç ucuz değil. Not edin bunları hep.
Bu arada biz gittiğimizde Plaça de Catalunya'da eylem vardı. Siyasi suçtan hüküm giymiş kişilerin çıkarılması için. İspanya-Katalunya tartışması yani, çok derine inmeyeceğim ben de hiç hakim değilim. Ama Barselona'da her yerde sarı kurdeleler, siyasi hükümlülere özgürlük sloganları görmeniz mümkün.

Biz Sephora'da o kadar yedik ama tabi ki doymadık. Aklımız fikrimiz churrostaydı. Yemek üzere bir yerlere yola koyulduk. Mekan ismi (fotoğrafta pek görünmüyormuş, Laietana), ücreti, churros fotoğrafları altta hep. Churros kızarmış hamur, şerbet yok. İsteğe göre şeker atabiliyorsunuz ve çoğunlukla sıcak çikolatayla tüketiliyor. Buranın churrosları güzeldi ama çikolata sıcak çikolatanın biraz daha kıvamlısı gibiydi. Daha güzel olabilirdi.


Chococolate con churros: Çikolata ve churros, cafe con leche: sütlü kahve. Ben cafe solo yani sade kahve aldım (bu tester gibi bir boyutta geliyor ve ne yazık ki tester değil tamamı bu kadar...)


 Bugünün sonunda da biraz daha gezip evin yolunu tuttuk. Bizim buraları gezerken durmadan çıktığımız bir meydan var, o mimarlık okulunun olduğu meydan. İsmini bilmiyorum ama neredeyse her gün bir şekilde uğradık oraya da.

Adios! (Daha bir sürü günümüz var, bu yazı dizisi bitmez...)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim