Adios Barselona! / 5. Gün ve Sonradan Aklıma Gelen Bazı Şeyler: Nihayet Sagrada Familia!

Merhabalar! Sonunda Barselona'daki son günümüzü anlatmaya başlıyorum. Bir de iki günlük Madrid maceramız var, onu yazmak da bir üç yıl falan sürer herhalde.

Son günümüz olduğu için airbnb evimizden de ayrılmamız gerekiyordu. Nasıl üzüldük, nasıl üzüldük sormayın. Ev sahibimiz kapı komşumuz olduğu için ve gereğinden fazla sıcakkanlı olduğu için eve giriş çıkışlarımızı parmak uçlarımızda yapıyorduk. Bu durum bana Memoli'nin bir komşusuna yakalanmamak için evine sessiz sessiz çıkmaya çalışmasını hatırlattı. Güzel beynim ne kadar işe yarar şeyler hatırlarmış öyle, aman da aman.

Evden öğleden önce çıkmamız gerekiyordu, biz 11'e doğru çıktık. Evin hemen arkasından geçen bir otobüse bindik ve yarım saat sonra otogara vardık. Otobüs biletimiz 23:30'daydı, neden bu kadar erken geldik? Valizlerimizi emanete bıraktık çünkü. Büyük bir dolap kiraladık, zaten küçük boy olan 4 valizi de sığdırdık. 24 saat için toplam 5€ kira verdik bu dolaba.
Evimizin ön sokağı

Buradan çıkınca Sagrada Familia'ya varmadan önce epey bir vaktimiz vardı. Sagrada Familia biletimiz 6'daydı çünkü. Bu arada şimdi önemli bir noktaya değineceğim. Sagrada Familia'nın giriş ücreti normalde rehbersiz 17€. Ben biletleri alacakken bir baktım bazı günler 30 yaş altı için 8€ imiş, hemen planlarımızı değiştirip o güne aldık biletlerimizi. Bu olayı hatırladıkça mutluluktan gözlerim doluyor hâlâ. En son Ceren bana bakıp "Alnından öpmek istiyorum seni" diyordu. Fakirlik çok zor arkdşlr...

Neyse Sagrada Familia'ya henüz gelmedik. Öncesinde La Monumental'i ziyaret etmek istedik. Burada eskiden boğa güreşleri yapılıyormuş, şu an kültürel aktiviteler için kullanılıyor yanılmıyorsam. Girmek istedik ama hiç düzenli bir girişi yoktu ve girişe 5€ dediler. Halbuki internette gezmek ücretsiz, müze 5€ diyordu. Biz Sagrada Familia'ya bile 8€ veriyoruz, siz kimsiniz diye sinirlenip orayı terk ettik biz de. Bu arada boğa güreşini tasvip etmediğimizi söyleyelim. Katalanlar da tasvip etmediği için burası artık kullanılmıyormuş ama İspanya'daki diğer şehirlerde aktif olarak devam eden bir spor(!)muş boğa güreşi. Gezi boyunca çizgi film karakteri olduğu için filme para ödemek zorunda olmayan Pepe'nin zırt pırt polaroid fotoğraf çekmesi gibi binlerce fotoğraf çekmiştim ama La Monumental'i çekmemişim. Kusuruma bakmayın, çektim diye hatırlıyorum halbuki. Neyse moral bozmayalım. Biz de öyle yapıp önceki gün marketten aldığımız çilekleri yemek üzere tekrar Ciutadella Parkı'na yürüyüp çimlerde yayıldık birazcık.

 Bu arada buralara kadar gelip Kristof Kolomb heykelini ziyaret etmemek olmaz deyip buradan çıkınca tekrar sahile doğru yürüdük ve heykeli görünce bu yaşımıza kadar hiçbir yeri veya hiçbir şeyi keşfedemeyişimizden utanmayıp birtakım Hindistan şakaları yaptık.


Heykelin oralar çok kalabalıktı. Hem turistler hem de o kadar çok pazar tezgahı vardı ki heykeli izlemek için bile yer bulmak çok zordu. Bu arada tezgah dediysem yere bir bez serilmiş, üzerlerine de son model çantalar, Balenciaga ayakkabılar konmuş tezgahlar.

Burası zaten La Rambla'nın denize doğru uzanan ucunda yer alıyor. Biz de buradan ayrılıp La Rambla'ya doğru yürüdük çünkü her gün görmezsek içimizde kalırdı. Bu arada bunları yazarken bile ayaklarım zonkluyor çünkü sırtımda fotoğraf makinesi gittikçe ağırlaşırken o kadar yol yürümek hiç kolay olmadı.

La Rambla'ya varınca dinlenmek için bir kafe aradık, nitekim bulduk da ama siesta dolayısıyla kapalıymış. :))) Sieasta kültürünü hiç anlayamayacağım galiba, Türkiye'de en işlek saatlerde dükkan kapatılması ihtimali bile düşünülemez zira. Başka bir kafe bulduk, sadece bar sandalyesi vardı ve biz zaten artık bir yerlere yayılmak istediğimizden bu eziyeti kendimize yapmamaya karar verip biraz daha yürüme eziyeti yaptık. Plaça de Catalunya'ya kadar yürüyüp orada bir kafe bulduk. Kafenin çalışanları "Hello" düzeyinde bile İngilizce bilmediği için elimizle "aha şu" diye işaret ederek bir şeyler aldık. Ben bir kruvasan ve kahve aldım. Hayatımda yemediğim kruvasanı İspanya'da yedim cidden. Paris'te bu kadar yememiştim; aslında orada hiç yememiştim.

Fotoğrafın tamamını görmeniz için bir yerlere üye olmanıza gerek yok çünkü fotoğrafın tamamı yok. Yorgunluktan telefonu yan tutamamışım hebele hübele çekivermişim işte, mazur görün.

Burada bir süre dinlendikten sonra o kadar gün Barselona'da kalıp sanki koskoca yapıya küsmüşüz gibi son güne bıraktığımız Sagrada Familia'yı nihayet görmeye gittik. Biraz erken gittik hem Piri'den yapıyı dinleriz, hem de fotoğraf çekeriz diye. Ben size anlatarak bitiremem burayı, bence bir yerlerden (mesela google) bulup okuyun. Ben size fotoğraflar göstereceğim sadece, kelimelerim kifayetsiz çünkü.

Sagrada Familia'nın önünde fotoğraf çekmeye çalışırken sosyal medyayı orta yaşlarında keşfetmiş ve yaşadığı her anı belgelemeye yemin etmiş bir teyzemiz fotoğrafıma inatla salça olmaya çalıştığı için ne yapıyla güzel bir fotoğrafım var ne de yapıyı güzelce tek başına çekmişim. Teyze İngilizce bilmediğimi düşünerek "This bitches.." bir şey bir şey dedi. Tam o arada kan beynime sıçradığı için devamını hatırlamıyorum. Ama hem İngilizcem hem de terbiyem olduğu için "You are so nice, thank you." deyip terk ettim orayı. Kendimi sonra fotoşokla eklerim, inşallah teyzenin fotoğrafları berbat çıkmıştır ve fotoşok bilen bir tanıdığı da yoktur. Hıh.






Alt sırada solda en başta görünen figür Gaudi'ymiş. Yapıyı devam ettiren ekipten bir mimar koymuş Gaudi'yi oraya. İlginç.



Binanın içine girerken yoğun güvenlik önlemine maruz kalıyorsunuz. X-ray cihazları, çanta aramalar... Adeta havalimanı. Neyse iyi bakın siz buraya, sorun değil geçeriz güvenlikten. O kadar güvenliğe rağmen hızlı ilerliyor giriş. Yani görece hızlı.
Bir rivayete göre Gaudi, Sagrada Familia'ya biraz uzaktan bakmak için geri geri giderken bir tramvayın altında kalıp hayatını kaybetmiş. Hayatını bu esere adamış desek abartmış olmayız. Zaten hayatının son yıllarını da burada geçirmiş hep. Yapının içinde de dışında da doğadan aldığı ilhamı görebiliyorsunuz. O kadar görkemli ve büyüleyiciydi ki, galiba hayatımda ilk defa o an seyahat ettiğim bir yeri "Ben buraya tekrar gelmek istiyorum" diyerek izledim. Normalde "Eh gördük işte, yeni yerler görelim" diye bakarım çünkü.

Bu arada yapının devam etmesiyle ilgili de birçok tartışma mevcut. Şu an yapı bir yandan tamamlanmaya çalışırken bir yandan da restore ediliyormuş. Dile kolay 1882'den beri inşa ediliyor. Yapının planları iç savaş zamanında kaybolduğu için şu an "Gaudi nasıl düşünürdü" diyerek devam ettiriliyormuş. Salvador Dali bu yapı için "Sanatçısı ölmüş bir yapıyı devam ettirmenin anlamı yok. Bırakın Barselona'nın ortasında çürük bir diş gibi dursun." derken bu görüşe "Bu eser artık sanatçıya ait değildir, halka mal olmuştur ve tamamlanması gerekir" diye eleştiriler de getirilmiş. İkisinde de mantıklı yanlar bulmak mümkün ama insan "Acaba Gaudi bu eseri nasıl tamamlardı?" diye düşünmeden edemiyor. Yeni yapılan yerlere bakarken "Ya Gaudi böyle yapmazdı sanki..." diye düşündüm çok biliyormuş gibi ama neyse ki Şile Kalesi'ni Sünger Bob haline getiren mimarların elinde değil bu yapı. Biraz rahatlayabiliriz.
Bkz.: Sünger Bob Kalesi

Buradan çıkınca yine açlıktan fenalaştık ama yemek yiyecek bir yer katiyen bulamadık çünkü her yer çok pahalıydı. Biz de mecbur Mc Donalds'a gittik... Evet yaşandı bu... Ritzer'i McDonaldlaşma konusunda bir kez daha haklı çıkarmış olduk.

Burada da bir kaos vardı anlatamam. Çok fazla sıra, İngilizce bilmeyen kasiyerler... Balık burger menü aldık, kulağa geldiği kadar kötü değildi tadı. Şekerli içecek tüketmediğim için menünün içeceğini su yaptım evet... Ne olmuş... Sağlımıza dikkat etmeye çalışıyoruz... Hayır yemeğin geri kalanı sağlıksız olsa da sorun değil şekerli içecek içmeyeyim yeter ki.

Nihayet karnımızı da doyurduktan sonra otogara geri döndük. Gelmeden haftalar önce GoEuro aracılığıyla (sonradan adı Omio oldu) Alsa adlı firmadan banka masraflarıyla beraber 222.26 Tl'ye aldık otobüs biletini. Neredeyse İstanbul-Barselona uçak biletimiz kadar. Vergilerle beraber sitenin çektiği miktar 36.31€ imiş.

Gittiğimiz otogar Barcelona Nord'du bu arada. Dışı şekil şukul görünüyordu ama içerisi Aşti'den farksızdı. Bir çığırtkanı eksik yani öyle söyleyeyim. Tuvaletler hem çok pismiş, hem de çok sıra varmış. Ben girmedim. Asıl olaya bakın şimdi. Biz bula bula Avrupa'nın Metro Turizm'ini bulmuşuz. Aynı saatte Madrid'e gidecek iki otobüs var. 1 ve 2 numara bunlar. Bir şekilde ikisi de 1 numara yapılmış ve iki numaralı otobüs yok. O yüzden otobüse yolcu almıyorlar. Bir otobüse 1 numaranın yolcuları binmiş, diğeri de bizim olsun işte? Yok. O kadar kriz oldu ki telefonla birilerini arıyorlar, içeri gidip geliyorlar. Saat geldi otobüs kalkmıyor... Zaten İngilizce bilmiyorlar. En sonunda diğer otobüs gitti kalan otobüse de biz bindik. Bunların hiç muavin kültürü yokmuş en son ben bagaja girip valiz yerleştirdim. :(

Barselona maceramız burada sona erdi ama aklımda kalan şeyleri kısa kısa paylaşmak istiyorum.

  • Barselona'da çok farklı kültürden insanlar var. Katalanlar haricinde Rus ve Hintli çok fazla insan gördük. Ama gerçekten çok fazla.
  • Herkesin köpeği var. HERKESİN. Bir de minik minik köpekler. Bazıları fareden bir tık büyüktü gerçekten. Madrid'te de böyleydi. Neredeyse hiç sokak kedisi ya da köpeği görmedik. Sanırım kedilere hep evde bakıyorlar. (Ya da kedi yok?)
  • Buranın halkı "pardon"dan anlamadığı gibi sizi uyarmak yerine hep elleriyle itiyorlar. Personal space kavramı buralara hiç uğramış değil.
  • Magnet falan almayı düşünüyorsanız genelde 1€ idi. Biz tişört de aldık, onu biraz araştırın derim. Bir yerden 10€'ya bir tişört almıştım indirim yaptırdık diye, sonra ara sokaklarda başka bir yere giderken 6€ olanını da gördük. :( Onu da aldım mecbur dengelesin diye.😑
  • Akşamları merkez canlı olsa da bizim mahallede kimse kalmıyordu. Bir tek biz yürüyorduk koca mahallede. O biraz ilginç geldi.
Aklıma şimdilik bunlar geldi. Yeni bir şeyler düşünürsem mutlaka güncellerim. Adios!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim