Sürekli Dans Eden Winnie

Sonunda blogumun şifresini hatırlayabildim: 12345'miş. Buraya yazayım da bir daha unutup aylarca yazısız bırakmayayım heyecanlı okurlarımı (?).

Bloga yazdığım ikinci yazı mutluluk defterimle ilgiliydi. 100 gün üst üste neye mutlu olduğumu yazmam gereken bir projeyi 80'li günlerde bırakmıştım. Canım sağ olsun.

Mutluluk konusu böyle ara ara kurcalıyor kafamı, bunu göstermek için bahsettim o yazıdan. Bugün sabah "Aaa ben niye boş boş oturuyorum, bir şeylere sinir olsam ya" diye düşünüp her zaman mutlu olan ve her zaman kendini aşırı seven insanlara sinir olmaya karar verdim. Hayır tabi ki, şaka yapıyorum. Çok kısa bir süreçti bu. Uzun uzun "Yaw bu insanlar niye mutlu" diye düşünmüyorum. Bunun yazısını yazınca öyleymiş gibi duracak ama yok valla, bunlar hep düşünce egzersizi. Yıllar sonra bakıp "Ne boş konuşmuşum" demek için yazıyorum bunları.

"Bu insanlar neden bu kadar mutlu?" diye düşünen Şule


Ne diyorduk? Mutlu insanlar. Bilmiyorum çevrenizde var mı, benim yakın çevremde neyse ki yok, bazı insanlar Tweety gibi.

you
me



Yani sonsuz bir mutluluk hakim. Sürekli dans ediyorlar, kendilerini çok seviyorlar. Sanki hiç yorulmuyor gibiler. Aynaya bakıp sürekli "Beni çok seviyorum" diyenler, kendi kendilerini ara ara çok sevdikleri için öpenler duydum. Şaka yapmıyorum!

Ben hayattan keyif almak gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Her şey dört dörtlük değilken bile iyi giden şeylere odaklanıp mutlu olmaya çalışalım kesinlikle. Çünkü we only live once. Buraya kadar kesinlikle hemfikiriz. Ama bazen açlıktan şekeriniz düşünce hayata karşı toleransınız düşmüyor mu gerçekten? Bazen sevdiğiniz bir insan tarafından önemsenmediğinizi fark etmiyor musunuz? Ya da birileri tarafından yanlış anlaşılıp buna üzülmüyor musunuz? Yani bu örnekler daha fazla arttırılabilir. Ülkemizde mutsuz olmak için bahane aramaya gerek yok. Dediğim gibi sürekli ağlayalım demiyorum da sürekli zıplama halini irite edici buluyorum. Çok yapay geliyor. Çünkü sürekli hayattan ve kendinizden memnun olmanızın imkanı yok. O kadar memnun oluyor olsanız böyle durmadan oynayıp durmazdınız zaten. Zamanla buna da alışır, tepki vermemeye başlardınız.

Hele ki kendini sevmek meselesi.

you
me

 Yukarıdaki karikatürdeki gibi kendimizden nefret etmeliyiz demiyorum. O işin şakası. Hatta hayattan keyif almanın kendini kabul etmekten geçtiğine inanıyorum. Ama bakın kabul etmek. Kusurlarıyla, güzellikleriyle kabul etmek. Bahsettiğim şey fiziksel bir kusur değil, buna kim karar veriyor konusuna gireriz çünkü öyle. Belki çabuk sinirleniyoruzdur (yooo), belki zaman yönetimimiz yoktur, belki şu an gayet iyiyizdir ama geçmişte insanlarla kötü ilişkilerimiz olmuştur. Olabilir. İnsanız. Hepsi normal. Bunları fark etmemiz, kabul etmemiz, hayat öykümüze yerleştirmemiz, ders almamız ve bununla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ama bakıyorum ki bazı arkadaşlarımız alttaki videodaki ayı gibi durmadan dans edip "Ooh hayat çok güzel kiii oooh kendimi çok seviyorum kiii" diye geziyor ortalıklarda.

Bakın videonun sonunda bir ses "ömrümü yedin" diyor ayı da dans etmeye devam ediyor. YA BUNDA DANS EDECEK NE VAR WINNIE?

Bana bu yapaylık irite edici geliyor dostlarım. Ha kronik melankoliye sahip insanların da mod düşürdüğü doğru ama bu iki ucun da birbirinden rahatsız edici olduğunu söyleyebilirim benim açımdan.

Beni sorarsanız bazı günlerim kötü geçiyor, çok üzülüyorum. Çoğu günüm normal geçiyor, şükrediyorum. Bazı günlerim de çok iyi geçiyor Winnie gibi oynuyorum. Kendimle ilişkimiz çok uzun süredir iyileşme evresinde. Çoğu günler iyi anlaşıyoruz ama bazen de kırılgan bir özgüvenim oluyor. Bence gayet normal. Kendimi bu şekil kabul ettim, gelişmeye de çabalıyorum.

Sürekli haplanmış gibi "oooh hayat çok güzel, hadi iyi ki diye bağırın, mutlu olmayı unutmayın, herkes kendini aşırı sevsin çabuuuk, her gün kendimizi öpücez tamam mı" diyen insanlar, size de saygı duyuyorum. Kendi hayatınız sonuçta, ama yormayın kardeşim. Yormayın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim