Ölüm Kaygısı ve Hayat Doyumu

Selamlar,

Uzun süredir yazmak istediğim ama her seferinde kaçmayı başardığım bir yazıyla karşınızdayım. Blog taslaklarıma bakınca Ağustos'ta benzer bir yazıyı yazmaya çalıştığım ama devam edemediğim görülüyor. Onun öncesinde de yazmak istediğimi hatırlıyorum ama bugüne kadar bir türlü tamamlayamadım. Bakalım bugün bu yazı tamamlanıp görücüye çıkacak mı?

Aslında bu kez yazacağıma inanıyorum çünkü önceki seferlerden başka bir şekilde kurguladım kafamda yazıyı. Daha önce direkt ölüm kaygısı üzerine konuşmayı planlıyordum, bu kez hayattan keyif almaya nasıl başladığımdan bahsedeceğim.

Bu ikisi çok uzak görünse de (yoo görünmüyor Şule) aslında çok bağlantılı yapılar. Yalom, Varoluşçu Psikoterapi kitabında (kitap yanımda olmadığı için cümleyi birebir aktaramayacağım) yaşam ve ölümün art arda değil bir arada olduğundan bahsediyordu. Adolp Meyer'ın "Kaşınmayan yeri kaşımayın" sözüne ithafen terapide ölüm konusuna değinmek istemeyen terapistlere ölüm daima kaşınır, ölüm kaygısı her insanda vardır ama kendi şekliyle görünmez mesajı veriyordu.

Bana göre zor bir lise dönemi geçirdim. Aslına bakarsanız 7 yaşını geçtikten sonra hayatım biraz şekil değiştirmişti ve bu şekil değiştirme sürecinin 20'li yaşlarıma kadar hayatımı (belki de daha da ilerisini) etkileyeceğinden habersizdim. Detaylara girmeyeceğim ama neredeyse hepimizin hayatımızın bir döneminde deneyimlediği gibi kendimden ve hayatımdan hoşlanmamaya başladım. Kesintisiz olarak her şeyden nefret ediyorum diye bağırmıyordum belki ama kendimle baş başa kaldığımda sürekli bu konular çevresinde dönüyordu düşüncelerim.

Bu düşünceler insan ilişkilerimi büyük ölçüde etkileyip hayat kalitemi çok düşürüyordu. Yeni insanlarla tanışmakta inanılmaz zorluk çekiyor, kimseyle tanışmamayı baş etme stratejisi olarak kullanıyordum. Ama şeyi de biliyorum bir yandan; içten içe insanlarla kaynaşmayı, kendimle barışmayı istiyorum. Ben de kendimi seveyim, benim de tiktok videosu çekecek kadar özgüvenim olsun diye düşünüp duruyorum. Tamam da ne zaman? Gelecekte. Nasıl? Bilmem, zaman her şeyin ilacı. Böyle düşüne düşüne yıllar yılları kovaladı ve geldik 2018 yılına.

Birilerinden duyarak aldığım bir Yalom kitabında (Bir Psikiyatristin Anıları) ölüm kaygısını duyduğumda konu üzerine düşünmeye başladım. Alacağım araştırma dersi için araştırma önerisi ararken bir şeyler beni bu konuya yöneltti ve en sonunda kendimi varoluşsal psikoloji hakkında makaleler ve kitaplar okurken buldum. İşin akademik kısmıyla sizi sıkmayacağım, zira ben zaten olayın içinde debelenip durduğum için kendim de girmek istemiyorum işin o kısmına.

Hayatımda bir şeyler değişsin istiyorum ama nasıl olacağını bilmiyorum. Olay şöyleydi; lisedeyken liseyi bitirince hayatımın güzelleşeceğine inandım. Bir miktar güzelleşti şimdi yalan değil ama istediğim verimi alamadım. Dedim ki üniversiteye geçince kesin çok iyi olacak, yok o da olmadı. Şu hazırlığı atlatsam, TOEFL'ı versem var ya üfff diyordum, hazırlığı erken bitirmeme rağmen gökten üzerime konfetiler falan yağmadı. En son bunları düşünmeden gelişine yaşıyordum ki hayatı, ölüm üzerine düşünme fırsatı (?) buldum.

Dünyanın en klişe şeyi olduğu için bugüne kadar her duyduğumda "he aynen aynen" dediğim konuya, o gün ne olduysa "Her şey açıklığa kavuştu şu an!!!" şeklinde tepki vermeye başladım. Tam olarak o anda olmasa da süreç içinde bir şeyler aydınlanmaya başladı. Gerçekten "dünya bir gündü o da bugündü", "carpe diem"di, "you only live once"dı, "dünya dönüyor sen ne dersen de, yıllar geçiyor fark etmesen de"ydi. Resmen Amerika'yı bir milyonuncu keşfeden olduğum için konfetiler patlıyordu. Dediğim gibi, tam olarak öyle gerçekleşmedi ama ona benzer bir şeyler oldu işte.

Dedim ki "Ulan Şule (tabi ki kendime ulan falan demiyorum, olayın dramatikliğini aktarabilmek için yazdım onu) güzel günler göreceğiz, güneşli günler diye diye parçalı bulutlu günleri bile hiç ettin. Hayatının kayda değer bir kısmını 'Ya hayatımın bu dönemi biraz şey ama ilerde güzelleşecek kesin' diye diye hiç yaşamadan "skip"ledin. Titre ve kendine gel!!!" Geldim mi? Henüz gelemedim ama yola çıktım bir kere. Asırlardır "Hayatımın bir döneminde spor yapacağım kesin" diyordum, o dönemi bu dönemi oldu. "Şimdi fotoğraflarda kendimi görmeye katlanamıyorum ama hayatımın bir döneminde güzelleşeceğim kesin" diyerek son 5 yılda 3 fotoğrafta falan bulunmuştum, baktım güzelleşeceğim yok; kafamdaki güzellik kavramını sorgulayıp fotoğraflarda ne pahasına olursa olsun bulunmaya karar verdim. Bunun gibi birçok kararı vererek özgüvensizliğimi bir gecede cahil bıraktım. (Şey dememe gerek var mı: "Tam olarak öyle olmadı tabi"?)

Bundan 1 yıl önce ölüversem pişman olacağım çok şey vardı, şimdi de var. Ama o zamana göre çok daha az. Hayatımı hep çok keyifli bir hale getirme hayalini kurmak yerine bulunduğu halinden keyif almaya çalışıyorum. Yani biliyorum, şimdi bunlar hep "Hadi ayağa kalk ve zıpla"ya bağlayacak gibi ama bağlamayacak söz.

Akademik kısmına girmemek için hiç açıklamamış hissediyorum kendimi. Basitçe, Yalom'un ölüm olmasa hayatın yoğunluğunu kaybedeceği fikri uyandırdı beni. Yalom diyordu ki psikopatolojinin birincil kaynağı ölüm kaygısıdır. Bu, bana çok büyük bir iddia gibi gelmişti. Okumaya devam ettikçe ve düşündükçe aslında yaşamayı ertelememin bir nedeninin de ölümü ertelemek olabileceği fikrine vardım. Böyle yazınca her şey çok "yaşam koçu"vari kalıyor ama anlatmak istediğim şeyi bir nebze aktarabildim diye düşünüyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim