"Kelebekler" Filmi (Spoil Eylemedim)

Bugün vizyona giren filme hemen gittim, hemen de yazıyorum. Yine dev hizmet yine ben!


Sundance Film Festivali'nde Dünya Sineması Büyük Jüri Özel Ödülü almasıyla ses getiren bu film, ne zamandır sinemaya gitmiyorum düşüncemin zihnime düşmesiyle aynı gün vizyona girdiği için çok güzel bir tesadüf oldu benim için.

İşten koştura koştura çıkıp 16:20 seansına yetiştim. Next Level Cinemaximum'da Magic Card ile 10 Tl'ye sinema biletimi aldım (Yoo reklam almadım ama ilgilenirlerse bana ulaşsınlar. Bunlar hep size ev ekonomisi dersi). Parantez içinden de anlayacağınız üzere ev ekonomisi konusunda iddialı olsam da bu kez marketten cips paketinde patlamış mısır almak yerine sıcak mısır yemeyi istedim ve minnacık pakete 9,5 Tl verip yine soğuk mısır yedim... Bunlar hep tecrübe.

Cinemaximum 20 dakika reklam vermezse ölecek hastalığından muzdarip olduğu için 16:40'ta başladık filme. Film 117 dakika.


Teknik detaylar nihayet bittiğine göre filmden konuşmaya başlayabiliriz. Afişten de göreceğiniz üzere film kendini "Garip Bir Aile Komedisi" ya da aynı cümlenin kelimelerinin dizilim kombinasyonlarıyla tanıtıyor. Ben filmin komedi olduğunu bilmiyordum. Zaten bence komediden çok garip kısmı ağır basıyor filmde. Absürt komedi diyebiliriz belki ama dediğim gibi, komediden çok absürt. Çünkü filmin kendisi bir bütün espri gibi. Filmin sonuna geldiğinizde bana hak vereceksiniz.

Komedi olduğunu bilmeden gitmek benim için çok faydalı bir hareket olmuş. Ne zaman güleceğim diye beklemedim, nitekim az güldüm ama film boyunca keyifliydim. Zaten kurgu yapımlara kolay kolay kahkaha attığım görülmemiştir. Yine de bu filmde bazı sahnelerde kahkahama engel olamadım. Filmi izlediyseniz hangi sahne olduğuna dair fikriniz vardır mutlaka.

Filmde sevdiğim şey absürtlüğün kesinlikle bilim kurgu seviyesine varmamasıydı. Bilen bilir bilim kurgu bir fincan çayım değildir (İngilizce deyim esprisi). Tüm absürtlük gerçek hayattaki seviyede, ya da tamam belki biraz üstündeydi. Filmin atmosferi (o ne demekse) çok gerçekçiydi. Arka planda öten kuşlar ve böceklerden bile keyif aldım. Çünkü öyle bir köyde öyle bir kuş gerçekten öter veya öyle bir ortamda öyle bir maç izleniyor olur.

Genelde filmlerin sonlarıyla ilgili büyük beklentiler içerisinde olmam. Benim için önemli olan filmin ilerleyişidir. Bu film, o konuda da tatmin etti beni. Tabi "O nasıl bi olay kurgusu bayıldım" diyemeyeceğim ama küçük detayların atlanmaması hoştu bence. Mesela bi eve ayakkabıyla girilen Türk filmlerinde hiç tepki verilmemesi beni rahatsız eder. Yani tabi bu kültüre bağlı ama genelde Türkiye'de eve ayakkabıyla girilmez ama filmlerde girilir. Filmde ayakkabıyla girildiğinin farkında olunması bile hoş geldi bana. Ben biraz detaycıyım da sıkılmıyorsunuz inşallah? (göz deviren emoji)
Filmlerde ufak ufak bahsedilen her şeyin çözüme kavuşması benim için önemlidir. Böyle derken filmin sonunun net olmasından bahsetmiyorum ama bir şeyin konusunun açılıp sonra unutulmasından rahatsız oluyorum. Bazı konular bizim hayal gücümüze bırakılıyor,(mesela filmde karakterlerin sorunlarına derinlemesine değinilmemesi beni rahatsız etmedi. ha değinilse daha iyi olurdu belki ama onların canı sağ olsun.) o da benim hoşuma gidiyor ama mesela film boyunca silah gösterip o silahın patlatılmaması sinirimi bozar. Bu filmde silah biraz imamdı bana göre. İmam meselesi toplumsal bir mesajdan mı ibaretti yoksa film akışları boş kalmasın diye mi konuldu pek anlamadım doğrusu.

Şimdi sevmediğim şeylere gelelim: Tuğçe Altuğ. Yani kadını beğendim şimdi güzel kadın tabi ama oyunculuğunu anlayamadım. Nasılsa film absürt istediğim gibi oynayayım mı demiş acaba? Bazı cümleleri hiç vurgusuz direkt okuyordu sinirim bozuldu biraz. Bu belki de olması gereken bir şeydir belki de yönetmen istemiştir (sinemadan hiç anlamıyorum...) diye düşündüm bir yere kadar ama karakter filmin son 15 dakikasında bir yerde sinir krizi geçiriyor ya, onunla beraber ben de geçirdim. Sinirlenince bağırırken normalde kadınların sesi incelir ama bu ablamızınki epey kalınlaştı sanki birazdan operaya başlayacakmış gibi hissettirdi konuşması boyunca. Sahne 2 dakika falan sürdü ama bitsin diye saniye saydım çok fenaydı...

Serkan Keskin... Sana bir gıcığım var ama seni bu filmde beğenmemem benim gıcığımdan kaynaklanmıyor bence. Limonata'da tam sana uygun bir karakter oynamıştın ya da çok güzel rol yapmıştın bilmiyorum. Ama bu filmde o hissiyatı alamadım, canavar banavar Bartu Küçükçağlayan bile senden iyi oynuyordu bence. (Neden bu paragrafı Serkan Keskin'e sesleniş olarak yazdım bilmiyorum. Olur öyle bazen.) Bartu Küçükçağlayan zaten epey iyi oynuyordu bence, beni şaşırttı doğrusu.

Peki Tolga Tekin? Şimdi bakınca anladım Bizim Evin Halleri Safa olduğunu. Diyorum ki bu adam iyi oyuncuymuş neden hiç görmedim acaba... O kadar iyiymiş ki tanıyamamışım. İmajının da etkisi var tabi. O araba sahnesinde boş boş tespitler yaptığı sahneler çok iyiydi. Gerçekten öyle karakterler var bu hayatta.

Sözün özü, filmi beğendim. Bu filmi izleyince hayatınız değişmez ama bir kere daha izlemek isteyebilir, iyi yönetmenmiş ya diğer filmlerine de bakayım diyebilirsiniz. Ben bakacağım kesinlikle. Belki bloga da yazarım beklemede kalın. Buyrunuz fragmanı da Şule Movie Database puanının altına bırakıyorum. Ama bence izlemeyin. Fragmanı izlemeden filme giderseniz daha çok keyif alırsınız. Zaten fragmanların da mantığını anlayabilmiş değilim, bütün filmi anlatıyorlar cık cık cık... Neyse siz bilirsiniz ben uyarımı yaptım.

Şmdb: 8/10


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim