Gezimiz - Nereden Çıktı Bu Gezi / Köprülü Restaurant

Merhaba dostlar, yurttaşlar, Romalılar!
Yıllardır babamın Türkiye haritasına rotayı çizip çizip “Neyse seneye gideriz.” demesiyle suya düşen seyahat planlarımızı nihayet gerçekleştirip yola koyulduk. Turistik seyahatten ziyade hatıra tazeleme ziyareti olacaktı bu. Şöyle ki babamın ilk görev yeri olan Elazığ’a gitmek istiyorduk, oraya da geze geze gidelim diyorduk. Elazığ, abimin hayatının ilk 3,5 yılının geçtiği yer. Isparta, babamın ikinci görev yeri, benim hayatımın ilk 4 yılının geçtiği yer.

Tabi bizi Antalya'dan Isparta'ya, Isparta'dan Elazığ'a fırlatacak bir mancınık sistemi henüz gelişmediği için Elazığ'a giden ve Antalya'ya dönen yollarımızda kendimize duraklar bulduk.

Sonuç olarak rotamız şöyle bir hâl aldı: Antalya, Isparta (Merkez, Göksöğüt Köyü ve Şarkikaraağaç Kasabası), Konya, Kayseri, Malatya, Elazığ (Merkez ve Çaybağı Köyü), tekrar Malatya, Gaziantep, Kahramanmaraş, Karaman ve son olarak tekrar Antalya.

Bu yolculuğun tümünü detaylı bir şekilde anlatmam mümkün ve mantıklı değil. Çünkü söylediğim gibi gezimiz daha çok eş/dost ziyaretiydi, size de köylerden dedikodular anlatmamın pek manası yok. Yine de kaydetmek istediğim birkaç şeyden bahsedeceğim.

Bunlardan ilki Antalya-Isparta yolunda (Antalya'nın Aksu ilçesinde) bulunan Köprülü Restaurant. Eskiden, Isparta'ya daha sık giderken, buraya birkaç defa geldiğimizi hatırlıyorum. Yola aç karna çıktığımız için yine burada duralım dedik. Restoranın en büyük özelliği masalarının akarsu üzerindeki köşklerde bulunması. Burada yüzen ve rafting yapan insanlar da oluyor.




Böyle akarsu kenarına gelince balık yememek olmuyor tabi. Biz de iki sade, iki kaşarlı olmak üzere 4 alabalık söyledik. Ortaya bir salata (ek ücrete tabi) ve bir de kola. Buraya kadar her şey çok güzel. Neredeyse yarım saat bekledikten sonra masamıza balıklar geldi. Tam yerleştirmeye başlamışlardı ki kaşarlı balıkların olmamasından siparişin bizim siparişimiz olmadığını fark ettik. Biz zaten açız, önümüze kadar gelen balıkların geri gitmesi epey sinir bozucu oldu. 10 dakika sonra siparişler tekrar geldi. Sürpriz! Bunlar da bizim değilmiş. Bilen bilir, açken sakin kalmam çok zordur. Garsona "Bir kere daha yanlış sipariş gelirse bir kalkacağız!" diye çıkıştım. Bir süre sonra önce 2 sade balık geldi. Biz abimle boynumuz bükük kaşarlı balıkları beklemeye devam ettik. Annemin balığı da çiğ gelmiş zaten. Masada moraller bozuk. Ben bu sırada kaşarlı balık acaba balıklar canlıyken kaşar peyniriyle beslenerek mi yapılıyor diye çılgın düşünceler içindeydim ki 5 dakika kadar sonra balıklarımız geldi. Adam balıkları masaya bırakıp gidene kadar inanmadım tabi siparişin bize ait olduğuna, neyse ki bu sefer bizimmiş.

Sade balıkları çekmemişim ama (siz herhangi bir fotoğraf çekmiş olmama şükredin, açlıktan ağacı kemirmeye başlayacaktım az daha) kaşarlı alabalık şu şekildeydi. Lezzetliydi. Ama bulunmaz bir tat değildi. Evde de yaparız, hem başka insanların yemeğiyle karışma ihtimali de olmaz. Mis gibi iş. Neyse burada 90 TL hesap ödedik. Garson salatayı 20 lira yazmış ama bizim hatrımıza indirmiş. Ne hatırı 5 dakikada? Madem hatır gönül koyduk, o kadar beklemeye üstüne para vermeniz lazım. Neyse buradan çıkarmamız gereken ders: menü yok, kara kaşınıza göre hesap ödüyorsunuz. Profesyonellik çok zayıf. Yol üstüyse uğranır, tezcanlı değilseniz uğrayabilirsiniz. Ama kalkıp hususi buraya gelinmez. 

Buradan ayrılıp Isparta'ya doğru yola çıktık. Orayı da yazacaktım ama göz kapaklarım izin vermiyor, bir sonraki yazıda Isparta'da gittiğimiz Etnografya Müzesi'nden ve bebekliğimin geçtiği köyden bahsedeceğim. Esen kalın!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

İstifa: Tercih değil yönelim