1Y 3F: Joachim Trier ve Oslo Üçlemesi

1 Yönetmen 3 Film yazı dizimin (2. yazısı bu olan dizi hani) başlığını kısaltayım dedim daha havalı olsun diye. Artık 1Y 3F diye bahsedeceğiz kendisinden. Senede 1 kere yazdığım yazının başlığını kısalttığım çok iyi oldu baya tasarruf ettim.

Bugünkü yönetmen konuğumuz Danimarka'nın gülü (?) Joachim Trier. Durun yakışıklı bi fotosunu koyayım şuraya.

Pek de yokmuş anlaşılan... Yakışıklı fotoğraf diye çıktığım yolda Benekli Ayhan tipli bi adam buldum. Neredeyse 48 yaşında olan bu abimiz zaten sanatçı bi aileden geliyormuş. Kulakları çınlasın Pierre Bourdieu'yu haklı çıkarıyoruz yine. Babası caz müzisyeni, dedesi filmlerde ses teknisyenliği yapıyormuş. Dedeye bak. Joachim Bey'in 43 tane ödülü varmış 48 yaşında... Benim 26 yaşında 1 adet ödülüm var bi kampta şut çekme ödülü almıştım, Allah bereket versin.

İzlediğim 3 filmine genel bi bakacak olursam (olayım bi zahmet yazının amacı o zaten) Cem Yılmaz gibi 3 filmde de aynı kadroyu oynatmış Joachim Bey. Bu film üçleme olarak geçiyor ama bağlantılı değil. Belli bir sırayla izlemenize de, birini anlamak için diğerlerini izlemenize de gerek yok yani. Daha çok kimlik bunalımı, varoluşsal kaygılar, kaybolmuşluk temaları etrafında ilerliyor filmleri. 

Varoluşsal kaygı kısmını Yalom'un tanımladığı 4 başlıkta çok net görüyoruz. 3 filmde de ölüm bi şekilde yer buluyor (ölümcül bir hastalık, intihar vb), kariyer rotasını çizmeye çalışan ya da partner seçmeye çalışan insanlarla sorumluluk kaygısına şahit oluyoruz, karakterlerin ilişkilerindeki problemler yalıtım kaygısına göz kırpıyor (yüklemi değiştireyim diye girdiğim şekiller), anlam arama kısmı zaten çok belirgin. Biraz anladığım bi konu diye hemen yazayım dedim çok sorgulamayın bu paragrafı hehe.

Kendinizden bi şeyler bulabilirsiniz ama film karakterleri kendilerinde sizden bi şeyler bulamaz çünkü onlar Norveç'te yaşıyor... Sinematografik olarak çok kuvvetli (bana kaldı) filmler. Bunu özellikle söylemek istedim çünkü eskiden filmleri diyalogtan aksiyondan falan ibaret sanıyordum. Fotoğrafta kompozisyon öğrenmeye başladığımdan beri bi başka gözle bakıyorum izlediğim filmlere. Herkesin baktığı göze eriştim yani çok şükür. Yönetmenin 3 filminde de estetik açıdan epey tatmin eden bi çekim vardı. Hele The Worst Person in the World'ün sahnelerini fotoğraf sergisi geziyormuşum gibi izledim desem abartmış olmam. 

3 filmde de yazarlık söz konusuydu, bunun detayını bilmiyorum belki yönetmen senarist kimliğinin getirdiği deneyimleri değerlendirmiştir. 3 filmde de kadınlar ve mekanlar (Norveç'te geçiyor) ÇOK güzel. Sinir bozucu derecede güzel. İzlerken "benimki de hayat mı" diye sorgulatıyor biraz.

3 film de Norveççe. Ben İngilizce dışındaki filmleri izlerken aşırı dikkati dağılan bi şahıs olduğum için zor adapte oluyorum benim gibi cahil cühela olmayanlar daha rahat izler sanırım.

Daha da fazla uzatmadan filmlere geçeyim. Bu arada üç filmi de Stremio'dan bulabilirsiniz. Önceki yazılarımda defaatle bahsettim bu uygulamadan, nerdeyse sponsorluk almış gibiyim. 

Bir not daha, filmleri anlatırken spoil eylemeyeceğim gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Ama ben yine de filmi izlemeden yorum okumayı sevmiyorum etkilenmemek adına.

  • Reprise (2006)


Süre: 105 dakika
Oyuncular: Espen Klouman Høiner, Anders Danielsen Lie, Viktoria Winge, Odd-Magnus Williamson

Bu filmde yazarlık yapan 2 arkadaşın hikayesini görüyoruz. Biri ani bi şekilde ün kazanırken diğeri red üstüne red yiyor. Gerisi varoluşsal kaygılar, kimlik bunalımı, kariyer kaygısı... Zaman çizelgesi çok düzenli ilerlemediği için, film Norveççe olduğu için ve benim kafam çok dağınık olduğu için... Tamam ya kimi kandırıyorum filmi 18 Aralık'ta izlediğim için unutmuşum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Açtım fragman izledim birkaç kırıntı geldi. Onları kullanıp bir şeyler yazmaya çalışıyorum... Bloggerlığın hakkını veriyorum cidden. Bu, 3 film arasından en az beğendiğimdi (hatırladığım kadarıyla). Hem yönetmenin dilini anlamadığım için hem de gerçekten kafamın dolu olduğu bi dönemde izlediğim için öyle oldu sanırım. 

Film İstanbul Film Festivali'nde Altın Lale almış bu arada.

ŞMDB: 7/10

  • Oslo, 31. august (2011)

Süre: 95 Dakika
Oyuncular: Anders Danielsen Lie, Hans Olav Brenner, Ingrid Olava, Øystein Røger

Bu filmde ana karakter uyuşturucu bağımlısı ve rehabilitasyondan çıktıktan sonra hayata adapte olmaya çalışmasını izliyoruz. Zafer Bayramı'mızda başlayan hikaye 1 gün sonra yani 31 Ağustos'ta sona eriyor. Karakterin endişeleri, kaygıları çok çok iyi yansıtılmış bence. Filmin içine kolayca çekiyor ve karakterle birlikte dertlenmemizi sağlıyor hiç derdimiz yokmuş gibi. Üçleme içinde en sevdiğim ikinci film bu oldu. Fransızca bir kitaptan uyarlama olan bu filmin Fransızca bir versiyonu da varmış ve o versiyonun daha iyi olduğunu söyleyen arkadaşlarım var. Merağınız varsa bakın, ben senede 2,5 film izlediğim için hakkımı şimdilik doldurmak istemiyorum, belki gelecek senelerde... "2011 yılında Norveç'te tuşlu telefon mu kullanıyordunuz cidden ya" dedirten bu filmde de yine varoluşsal kaygılar ve karakterin hayatını anlamlandırma yolculuğu yer alıyor. 

ŞMDB: 8/10
  • The Worst Person in the World (2021)

Süre: 121 Dakika
Oyuncular: Renate Reinsve, Anders Danielsen Lie, Herbert Nordrum

Norveççe ismi, asla evlenilmemesi gereken 8 kadından birinin sıfatı gibi durduğu için (Verdens verste menneske) İngilizce ismini yazayım dedim başlığa. İşte her şeyi başlatan film. Hayatım bu filme bağlıymış gibi yazdım ama her şey derken bu yönetmeni bana tanıtan film yani. Siz de ismini duymuşsunuzdur bence, bu sene Oscar adayı oldu hatta. Ben bu filmi bi tez toplantımızda öğrendim. Çok şükür bunu öğrendim, toplantıların tezime ve akademik hayatıma katkı sağladığı yok en azından bir film öğrenmiş olduk. 

Yönetmen filmi şöyle özetliyormuş: günümüzde aşk ve aşkta anlam aramakla ilgili bir film. İyi dedin kral, ben böyle özetleyemezdim (yarışsam ya böyle yönetmenle). Bir de şey demiş, romantik komediden nefret edenler için romantik komedi. Bu da güzel bi yakıştırma olmuş ya. Cıvık cıvık, gerçek dışı, pamuk şekere benzeyen romantik komedilerden bıktıysanız izlenebilecek bir film. Ama romantik komedi çerezliği de yok tabi. Beni biraz düşüncelere gark ettirdi, atlattığımı sandığım duygular tetiklendi ama canı sağ olsun. Baya iyi bi film çünkü. Sadece bu üç filmin arasındaki favorim değil, genel anlamda izlediğime memnun olduğum bir film. 

Film 1 prolog (asıl konuyadan önce geçen bazı olayları anlatan ilk bölüm), 12 bölüm ve 1 epilogtan (olayın bir sonuca ulaştığı bölüm) oluşuyor. Filmin başında önce tıp okumaya başlamış, sonra benim asıl tutkum psikoloji deyip ona geçmiş, sonra da fotoğrafçı olmaya karar vermiş güzeller güzeli bir kadın görüyoruz. Psikoloji-fotoğrafçılık kararsızlığı bana bir tanıdık geldi ve ufak bi kahkaha attım orada. 

Kariyeri konusunda kararsızlığını sürdüren ana karakterimiz, ilişkisi konusunda da bir bunalım içerisinde: neyi istediğine yaşayarak karar vermeye çalışıyor. Bu anlamda da hepimizin ilişkilendirebileceği şeyler deneyimliyor diyebiliriz. Diğer filmlerden farklı olarak bu filmi daha dinamik buldum. Sonuçta 3 film de durum öyküsü gibi olsa da bu filmin anlatımı, akışı daha sürükleyiciydi bence. 

Alt paragraf biraz spoilerlı ama çok az.

Zamanın durduğu an, filmin sonundaki nüans vs diğer filmlerde rastlamadığım ilgi çekici detaylardı (çok film izlemediğim için normal şeylere şaşırıyor olabilirim mazur görün). Haplandıkları sahneyle ilgili ne hissedeceğimi bilmiyorum... Kuşak kuşak kadınlara ve anneliklerine değindikleri kısım da benim güncel olarak ilgimi çeken bir konu olduğu için bi kıvılcım oluşturdu sanırım bende. Haplandıkları kısımda da Julie'nin bedenini gördüğü şekiller, anneliği, anneannesinin vücudunu vs deneyimlemesi ilginçti yine.

Spoiler bitti.

Julie gözünü seveyim trendyol indirimi bitmeden bi link hazırla onlar ne güzel kıyafetlerdi ya.

İlginç birkaç bilgi verip bu yazıyı sonlandırayım. Haplandıkları (hap olmadığını biliyorum tamam) sahnede evde bir karakter vardı ya Adil diye seslendiler. O adam Türkmüş. Buyrun bu da instagram hesabı. İsmi jenerik bi isim olduğu için zor buldum emeğe saygı +rep. Az takipçili oyuncu hesabı, takibe alın değerlenebilir.

Film Barack Obama'nın 2021'in favori filmleri listesinde yer alıyormuş. Obama mı kaldı derseniz hakkınızdır.

ŞMDB: 9/10

Anaa ne çenem düştü be hiç bu kadar uzun bi yazı yazdığımı hatırlamıyorum yoruldum vallahi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2023'ü Paketliyorum

Kitap okuma aşkınızı alevlendirecek ve fotoğraf çekmenizi kolaylaştıracak 2 öneri

Malta'da ne yapıyordum? Vize işlemleri ve diğer tüm belalar