Yeni Başlayanlar İçin Film İzlemek / Gezici Festival
Aa sonunda bulabildim. Blogumun adresini. Bir aydır bunu arıyordum evet. Aşırı uzun bir yazı olduğu için asıl konuya girdiğim yeri renkli yaptım, direkt oradan başlayabilirsiniz. Orada da konu dağılıyor ara sıra ama kısmet değilmiş.
Bugün size Gezici Festival'de gittiğim filmlerden bahsedeceğim ama önce benim filmlerle ilişkimden bahsedeyim. Yok. Aslında var da ne bileyim... Canım film izlemek istediğinde iki saatlik film izleyemem en iyisi dizi izleyeyim deyip 10 bölüm dizi izleyen biriyim. Ama film konusundaki bu cahilliğim canıma tak etti. Dediğim gibi hiç izlemiyor değilim ama izlediklerimi pek hatırlıyor sayılmam. Yazının başlığı da buradan geliyor, film izlemeye yeni başlayan benim.
Söyleyeceğim şey şuydu: Bundan sonra izlediğim filmler hakkında bir defter oluşturup notlar alacağım. İki farklı blogum, iki adet twitter adresim, bir günlüğüm, bir rüya defterim, bir tarif defterim olmasından da anlayacağınız üzere bir şeyler yazmayı severim. Bir de film defterim olmasın mı! Ara ara bu defterle ilgili sizi güncelleyeceğim. Yani umarım.
Asıl konuya bir türlü gelemediğim için girişten ayrı bir yazı çıkarabilirdim aslında. Neyse daha fazla uzatmadan acil konuya giriyorum. Gezici Festival. Yazıya tıklayıp detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Benim ilgimi çekmesinin nedeni üstte bahsettiğim motivasyondan geliyor. Bütün filmlerin konularını okuyup hepsine gitmek isterken hiçbirini seçememiştim ki bir arkadaşım (hello Haydar) Anons filmi için sponsorluk teklif etti. Uzun bir süredir banka kartımda 1,71 Tl olduğu için bu teklife balıklama atladım.
Bugün film için Büyülü Fener'e gittiğimde fark ettim ki filme Berlin'in saat dilimine göre yani iki saat erken gitmişim... Vakit kaybetmeden 16:30'daki Amin filmi için bilet alıp o iki saati de film izleyerek değerlendireyim dedim.
Amin filmi (fragman için filmin isminin üzerine tıklayabilirsiniz) Sichtwechsel Film Ödülü almış bir film. Konusu şöyle:
"Amin, dokuz yıl önce eşi Aïsha’yı ve üç çocuğunu geride bırakarak çalışmak için Senegal’den Fransa’ya gelir. Bir gün Gabrielle ile karşılaşır ve aralarında bir ilişki başlar. Dokunaklı bir hümanizm ve iyi niyet taşıyan Amin, filme adını veren göçmen Amin gibi, çeşitli nedenlerden dolayı kendilerini ailelerinden ve sevdiklerinden uzakta bulan insanların içine düştükleri zor durumu anlatıyor." Kaynak için tık.
Şimdi cahil cahil konuşursam kusuruma bakmayın ama bu filmin bana bir şey kattığını pek düşünmüyorum. Bu faydacı bakış açısı da nereden çıkıyor derseniz bilemiyorum. Galiba geçenlerde İlker Canikligil sanat eserinden bahsederken eser size farklı hissettiriyorsa, yeni bir şeyler deneyimletiyorsa sanattır demişti. Ya da ben öyle anladım. Hangi videoda dediğini aradım aradım bulamadım. Dolayısıyla ben uyduruyor olabilirim, umarım uydurmuyorumdur. İşte İlker Bey'in bu sözünden hareketle sanat eserlerine bir yararcılıkla bakıyorum ve bu filmden -en azından bilinç düzeyinde- bir şeyler öğrendiğimi düşünmüyorum. Yaşadıkları hayatlar bana çok farklı gelmedi.
Filmin çok sakin bir film olduğunu söyleyebiliriz. Durum öyküleri ve olay öyküleri olduğu gibi bana göre durum filmleri ve olay filmleri de var. Durum filmlerini beğendiğim de oluyor ama durum öyküsü kadar değil. Çünkü öyküde benim de hayal gücüme bir şeyler bırakılıyor. Filmde de bırakılabilir gerçi ama... Yine filme dönemedim ya, böyle dağınık yazan blog yazarı mı olur? Kendi kendimle konuşurken konu konuyu açıyor resmen. Film müziksiz, duru bir filmdi. Hayatımın görece yoğun ve karmaşık bir döneminde olduğum için filmi izlerken bir şeylere mola veriyormuş gibi hissettim ve bu hoşuma gitti ama o kadar. Aynı tempoda başka bir filmi izlesem de aynı şey olurdu muhtemelen. Keramet filmde değil gibi. Kendi kendime evde izliyor olsam çok sıkılabilirdim ama sinema salonları bana izletiyor böyle filmleri, atmosfere daha kolay kapılıyorum. İzlemesem de eksikliğini hissetmezdim bu filmin. Bir de çok fazla çıplaklık ve pornografi vardı bence. Yani çok fazla olmayabilir belki ama gereksiz olduğu kesin. Şimdi seks bağımlılarıyla ilgili film çekersen ve pornografi olsa garipsenmez ama burada ana fikir adamın karısını aldatmasıysa bir seks sahnesini uzun uzun göstermenin de bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. (Bak bak laflara bak. Yani illa ki mantık vardır da benim bir fincan çayım değildir.)
Şmdb: 3,5/10 (O da emeğinize...)
Gelelim Anons filmine. Konusu şöyle:
"Anons, ordudan tasfiye edilmiş dört askerin bir gece boyunca süren sıra dışı yolculuğunu konu ediyor. 1963 yılının Mayıs ayında Ankara’da başlayacak olan bir darbenin hazırlık çalışmaları vardır. Teğmen Şinasi, Binbaşı Kemal, Binbaşı Rıfat ve Albay Reha darbenin İstanbul ayağında görevlidir. Etkili bir bildirinin darbenin başarısında önemli olacağını, halkı bu sayede yanlarına çekeceklerini düşünen dört asker, darbe gecesi Ankara’daki radyolarda okunacak darbe bildirisinin bir benzerini İstanbul’da okumayı planlar. Askerler darbenin başarılı olacağına çok emindir. Onlar yaptıkları planlama ve askeri güçle her şeyin üstesinden gelebileceklerini düşünür. Fakat hesap etmedikleri bir şey vardır o da sivil hayatın görünmeyen gücü." Kaynak: beyazperde.com
Bu filmin ödülleri de saymakla bitmez, o yüzden kopyala-yapıştır yapıyorum izninizle: Jüri Özel Ödülü Venedik, En İyi Akdeniz Filmi İtalyan Ulusal Film Yazarları Sendikası, Yılmaz
Güney Özel Ödülü, Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni, Uluslararası
Yarışma Jüri Özel Ödülü Adana Özel Mansiyon Hayfa
Öncelikle filmin bana göre biraz yavaş tempoda olduğunu söylemek zorundayım ama siz aldırmayın. Zira ben youtube videolarını x2 hızda izliyorum ve çoğu zaman yeterli olmuyor. 94 dakikalık bir film zaten. Kelebekler filmini izlediniz mi bilmiyorum. Filmin kendisi koca bir şaka gibiydi, bu film de öyle. Koca bir şaka derken kötü bir şey söylemek istemedim, yanlış anlaşılmasın. Espri; filmin kendisi gibi. Benim hoşuma giden bir konsept bu. Elbet bir adı bir şeyi vardır ama cahilliğime verin. Aslına bakarsanız filmin son otuz dakikasına kadar filmden çok emin değildim ama filmin sonundaki küçük göndermeler beni ziyadesiyle memnun etti. Örneğin filmdeki Hamdi İrdal karakterini duyduğumda acaba Hayri İrdal'la bir ilgisi var mı demiştim, filmin sonlarında bir sahnede duvardaki Tanpınar resmini görünce ilgisi olduğunu anladım ve bu filmle benim aramda bir inside joke (grup içi şakası?) gibi geldi. Böyle şeyler hoşuma gider. Sonra filmin başında muayenede adamın dişinin eksik olduğundan bahsediliyordu, filmin ortasında nedenini anlıyorsunuz. Bu da güzel bir espriydi. Filmin afişindeki fotoğrafın aslında filmden beklenmedik bir sahne olması da hoşuma gitti. Böyle komik değil ama keyifli filmleri seviyorum. O yüzden bu filmi sevdim. Yönetmenin diğer filmlerine de bakacağım mutlaka. Bu arada filmin sonundaki jenerikte tanıdık isimler de görmeniz mümkün. Örneğin senaristlerden biri Ercan Kesal. Yapımcılardan biri de Şanzelize Düğün Salonu, Beni Onlara Verme gibi kitaplardan tanıdığımız Tarık Tufan.
Şmdb öneriyor: 8,5/10
Yazıyı çat diye bitirdim. Görüşürüz.
Bugün size Gezici Festival'de gittiğim filmlerden bahsedeceğim ama önce benim filmlerle ilişkimden bahsedeyim. Yok. Aslında var da ne bileyim... Canım film izlemek istediğinde iki saatlik film izleyemem en iyisi dizi izleyeyim deyip 10 bölüm dizi izleyen biriyim. Ama film konusundaki bu cahilliğim canıma tak etti. Dediğim gibi hiç izlemiyor değilim ama izlediklerimi pek hatırlıyor sayılmam. Yazının başlığı da buradan geliyor, film izlemeye yeni başlayan benim.
Söyleyeceğim şey şuydu: Bundan sonra izlediğim filmler hakkında bir defter oluşturup notlar alacağım. İki farklı blogum, iki adet twitter adresim, bir günlüğüm, bir rüya defterim, bir tarif defterim olmasından da anlayacağınız üzere bir şeyler yazmayı severim. Bir de film defterim olmasın mı! Ara ara bu defterle ilgili sizi güncelleyeceğim. Yani umarım.
Asıl konuya bir türlü gelemediğim için girişten ayrı bir yazı çıkarabilirdim aslında. Neyse daha fazla uzatmadan acil konuya giriyorum. Gezici Festival. Yazıya tıklayıp detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Benim ilgimi çekmesinin nedeni üstte bahsettiğim motivasyondan geliyor. Bütün filmlerin konularını okuyup hepsine gitmek isterken hiçbirini seçememiştim ki bir arkadaşım (hello Haydar) Anons filmi için sponsorluk teklif etti. Uzun bir süredir banka kartımda 1,71 Tl olduğu için bu teklife balıklama atladım.
Bugün film için Büyülü Fener'e gittiğimde fark ettim ki filme Berlin'in saat dilimine göre yani iki saat erken gitmişim... Vakit kaybetmeden 16:30'daki Amin filmi için bilet alıp o iki saati de film izleyerek değerlendireyim dedim.
Amin filmi (fragman için filmin isminin üzerine tıklayabilirsiniz) Sichtwechsel Film Ödülü almış bir film. Konusu şöyle:
"Amin, dokuz yıl önce eşi Aïsha’yı ve üç çocuğunu geride bırakarak çalışmak için Senegal’den Fransa’ya gelir. Bir gün Gabrielle ile karşılaşır ve aralarında bir ilişki başlar. Dokunaklı bir hümanizm ve iyi niyet taşıyan Amin, filme adını veren göçmen Amin gibi, çeşitli nedenlerden dolayı kendilerini ailelerinden ve sevdiklerinden uzakta bulan insanların içine düştükleri zor durumu anlatıyor." Kaynak için tık.
Şimdi cahil cahil konuşursam kusuruma bakmayın ama bu filmin bana bir şey kattığını pek düşünmüyorum. Bu faydacı bakış açısı da nereden çıkıyor derseniz bilemiyorum. Galiba geçenlerde İlker Canikligil sanat eserinden bahsederken eser size farklı hissettiriyorsa, yeni bir şeyler deneyimletiyorsa sanattır demişti. Ya da ben öyle anladım. Hangi videoda dediğini aradım aradım bulamadım. Dolayısıyla ben uyduruyor olabilirim, umarım uydurmuyorumdur. İşte İlker Bey'in bu sözünden hareketle sanat eserlerine bir yararcılıkla bakıyorum ve bu filmden -en azından bilinç düzeyinde- bir şeyler öğrendiğimi düşünmüyorum. Yaşadıkları hayatlar bana çok farklı gelmedi.
Filmin çok sakin bir film olduğunu söyleyebiliriz. Durum öyküleri ve olay öyküleri olduğu gibi bana göre durum filmleri ve olay filmleri de var. Durum filmlerini beğendiğim de oluyor ama durum öyküsü kadar değil. Çünkü öyküde benim de hayal gücüme bir şeyler bırakılıyor. Filmde de bırakılabilir gerçi ama... Yine filme dönemedim ya, böyle dağınık yazan blog yazarı mı olur? Kendi kendimle konuşurken konu konuyu açıyor resmen. Film müziksiz, duru bir filmdi. Hayatımın görece yoğun ve karmaşık bir döneminde olduğum için filmi izlerken bir şeylere mola veriyormuş gibi hissettim ve bu hoşuma gitti ama o kadar. Aynı tempoda başka bir filmi izlesem de aynı şey olurdu muhtemelen. Keramet filmde değil gibi. Kendi kendime evde izliyor olsam çok sıkılabilirdim ama sinema salonları bana izletiyor böyle filmleri, atmosfere daha kolay kapılıyorum. İzlemesem de eksikliğini hissetmezdim bu filmin. Bir de çok fazla çıplaklık ve pornografi vardı bence. Yani çok fazla olmayabilir belki ama gereksiz olduğu kesin. Şimdi seks bağımlılarıyla ilgili film çekersen ve pornografi olsa garipsenmez ama burada ana fikir adamın karısını aldatmasıysa bir seks sahnesini uzun uzun göstermenin de bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. (Bak bak laflara bak. Yani illa ki mantık vardır da benim bir fincan çayım değildir.)
Şmdb: 3,5/10 (O da emeğinize...)
Gelelim Anons filmine. Konusu şöyle:
"Anons, ordudan tasfiye edilmiş dört askerin bir gece boyunca süren sıra dışı yolculuğunu konu ediyor. 1963 yılının Mayıs ayında Ankara’da başlayacak olan bir darbenin hazırlık çalışmaları vardır. Teğmen Şinasi, Binbaşı Kemal, Binbaşı Rıfat ve Albay Reha darbenin İstanbul ayağında görevlidir. Etkili bir bildirinin darbenin başarısında önemli olacağını, halkı bu sayede yanlarına çekeceklerini düşünen dört asker, darbe gecesi Ankara’daki radyolarda okunacak darbe bildirisinin bir benzerini İstanbul’da okumayı planlar. Askerler darbenin başarılı olacağına çok emindir. Onlar yaptıkları planlama ve askeri güçle her şeyin üstesinden gelebileceklerini düşünür. Fakat hesap etmedikleri bir şey vardır o da sivil hayatın görünmeyen gücü." Kaynak: beyazperde.com
Bu filmin ödülleri de saymakla bitmez, o yüzden kopyala-yapıştır yapıyorum izninizle: Jüri Özel Ödülü Venedik, En İyi Akdeniz Filmi İtalyan Ulusal Film Yazarları Sendikası, Yılmaz
Güney Özel Ödülü, Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni, Uluslararası
Yarışma Jüri Özel Ödülü Adana Özel Mansiyon Hayfa
Öncelikle filmin bana göre biraz yavaş tempoda olduğunu söylemek zorundayım ama siz aldırmayın. Zira ben youtube videolarını x2 hızda izliyorum ve çoğu zaman yeterli olmuyor. 94 dakikalık bir film zaten. Kelebekler filmini izlediniz mi bilmiyorum. Filmin kendisi koca bir şaka gibiydi, bu film de öyle. Koca bir şaka derken kötü bir şey söylemek istemedim, yanlış anlaşılmasın. Espri; filmin kendisi gibi. Benim hoşuma giden bir konsept bu. Elbet bir adı bir şeyi vardır ama cahilliğime verin. Aslına bakarsanız filmin son otuz dakikasına kadar filmden çok emin değildim ama filmin sonundaki küçük göndermeler beni ziyadesiyle memnun etti. Örneğin filmdeki Hamdi İrdal karakterini duyduğumda acaba Hayri İrdal'la bir ilgisi var mı demiştim, filmin sonlarında bir sahnede duvardaki Tanpınar resmini görünce ilgisi olduğunu anladım ve bu filmle benim aramda bir inside joke (grup içi şakası?) gibi geldi. Böyle şeyler hoşuma gider. Sonra filmin başında muayenede adamın dişinin eksik olduğundan bahsediliyordu, filmin ortasında nedenini anlıyorsunuz. Bu da güzel bir espriydi. Filmin afişindeki fotoğrafın aslında filmden beklenmedik bir sahne olması da hoşuma gitti. Böyle komik değil ama keyifli filmleri seviyorum. O yüzden bu filmi sevdim. Yönetmenin diğer filmlerine de bakacağım mutlaka. Bu arada filmin sonundaki jenerikte tanıdık isimler de görmeniz mümkün. Örneğin senaristlerden biri Ercan Kesal. Yapımcılardan biri de Şanzelize Düğün Salonu, Beni Onlara Verme gibi kitaplardan tanıdığımız Tarık Tufan.
Şmdb öneriyor: 8,5/10
Yazıyı çat diye bitirdim. Görüşürüz.
Yorumlar
Yorum Gönder